Şem u Pervâne (Mum ile Pervâne)
İran ve Türk yazınlarında klasik mesnevi konusu olan bir aşk öyküsü. Alegorik yapıda bulunan Şem u Pervâne (Mum ile Pervâne)’nin konusu kısaca şöyledir:
Artık yaşı kemâle ermiş olmasına rağmen hâlâ çocuğu olmayan Diyâr-ı Rum’un Jale adındaki hükümdarı, çocuğunun olması için uzun yıllar Tanrı’ya yakarır, durur. Bir Kadir Gecesi, Şükûfe adındaki cariyesiyle birlikte olur. Bu birliktelik sonrasında hamile kalan cariyesi, zamanı gelince bir erkek çocuk doğurur. Çocuğa, Pervâne adı verilir. Çocuğun bahtına bakan kâhinler, onun Şem adındaki bir kıza âşık olacağını ve bu nedenle çok büyük sıkıntı ve belâya maruz kalacağını söylerler.
Babası, bilimin her türlüsü ve marifetler öğretilerek büyütülen Şehzâde Pervâne’ye Cennetâbâd adı verilen bir köşk inşa ettirerek Nâsır adındaki lalasıyla birlikte orada ikametini temin eder. Köşkün nakkaşlığını yapan Kâmil, köşkün orta yerine bir kız resmi yapar. Nakkaş Kâmil tarafından resmi yapılan bu kız, Çin fağfurunun Şem adındaki kızıdır. Bu resmi görünce kıza âşık olan şehzâde, zamanının tamamını bu resmin karşısında geçirmeye başlar. Böylece kâhinlerin daha önce söyledikleri gerçekleşmiş olur. Lala Nâsır’ın durumdan haberdar ettiği hükümdar Jale, Pervane’yi ava gönderir.
Pervane, avda iken babası, nakkaş tarafından yapılan resmi kazıtarak yok eder. Av dönüşü resmi yerinde göremeyince kendinden geçen Pervâne, aylar boyunca tedavi altında tutulur. Ancak durumunda herhangi bir değişme olmaz. Hatta daha kötüye gider ve Pervane, köşkten kaçar. Babası tarafından aratılan Pervâne, bir kuyuda bulunur. Fakat zincire vurulacak kadar aklını yitirmiştir.
Sihirbaz Neccar tarafından yapılan tahtadan kuşa binerek Çin diyarına doğru uçmaya başlayan Pervâne, hocası tarafından öğretilen bilimlerin yardımıyla gizlice Şem’in sarayına gider. Havuz başında nedimeleriyle birlikte oturan ve sayısız seyahatler yapan adamlarından biri tarafından Pervane hakkında anlatılan hikâyeyi dinleyen Şem, Pervâne’ye âşık olur. Tam bu sırada artık dayanacak gücü kalmadığı için ortaya çıkan Pervâne, kendisini tanıtır. Şem, buna çok sevinir.
İki aşık, o gün akşama kadar sarayın bahçesinde sevişirler. Gece vakti, bekçi tarafından Şem’in koynunda yakalanan Pervane, zindana atılır. Oradan Dâye’nin yardımıyla kurtularak kente iner. Kentte karşılaştığı bir kadın, onu evinde gizler. Başından geçenleri bir bir anlatır, evinde gizlendiği kadına. Kadın, Pervane’nin bu durumuna çok üzülmektedir. Ona yardımcı olmak için her her şeyi göze alan kadın, Şem ile Pervane arasında postacılık yapmaya başlar. Pervane, onun yardımıyla Şem ile mektuplaşmaya başlar. Şem, Pervane’ye yazdığı cevabi mektupta kendisini babasından istemesini söyler.
Mektubu alan Pervane, hemen ülkesine döner. Annesinin yardımıyla babasını durumdan haberdar eder. Buna çok sevinen babası, Şem’i, Çin fağfuru olan babasından ister. Vezirinin sözüne uyan Çin Fağfuru, kızını Pervane’ye uygun bulmadığını söyler. Bu yanıt üzerine iki ülke arasında savaş çıkar. Ancak savaştan bir netice elde edilmeyince Jale, ülkesine geri dönmek zorunda kalır. Bunun üzerine tekrar mektuplaşmaya başlayan Pervâne ile Şem, birlikte kaçmayı kararlaştırırlar. Gecenin birinde cariyelerinin yemeklerine uyku ilacı katarak onları uyutan Şem, Pervâne ile el ele vererek kaçarlar.
Durumu öğrenen fağfur, hemen Diyâr-ı Rum’a bir casus yollar. Giden kişinin kim olduğundan habersiz olan hükümdar Jale, casus olduğunu bilmediği adama iyi davranıp onu iyi ağırlar. Bir süre sonra ülkesine dönen casus, fağfurun huzuruna çıkar. Ona, kızı Şem ile Pervâne’nin birbirine çok yakıştıklarını söyler. Gönderdiği casusun iyi intibalarla döndüğünü gören fağfur, rızalık gösterip kızının çeyizlerini kendisine yolladıktan kısa bir zaman sonra yaşamını yitirir. Fağfur, yaşamını yitirince Çin’e geri dönen Pervâne, Şem ile evlenip ülkeyi uzun yıllar adil bir şekilde yönetir.
Şem ve Pervâne sözcükleri, hem gazellerde simgesel mahlasıyla kullanıldığında hem de mesnevilere ya da tartışmalara konu olduğunda daha çok tasavvufi anlamda kullanmışlardır.
Eski yazınımızda gerçek aşkın simgesi olarak kabul edilen bu iki sevgiliden biri olan Şem, tanrısal sevgiliyi, Pervâne de tanrısal sevgiliyi bulmaya çalışan aşığın temsilcisidir. Bu ilişki, pervâne adındaki pul kanatlı bir sineğin mum ışığına atılmak suretiyle kendisini yakması örgesinden hareketle bulunmuştur.
XIII. yüzyıldan itibaren İran ve XIV. yüzyıldan başlayarak da Türk yazınında mesnevilerin arasına sıkıştırılmış olan tartışmalar ve öyküler biçiminde ortaya çıkan öykü, XVIII. yüzyıla değin ulaşır. 1193’de ölen Feridüddin Attar, Mantıku’t-Tayradlı yapıtında; 1292’de yaşamını yitiren Sadî-i Şirazî, Bostan adlı yapıtında; 1334’deölen Kasım-ı Envar, Enîsü’l-Ârifin adlı yapıtında; 1360’da yaşamını yitiren Hâce-i Kirmânî de Külliyât adlı yapıtında Şem ü Pervâne örgesini, öykü ya da tartışmalar biçiminde kullanmışlardır. Eski Türk yazınında da 1317’den sonra yaşamını yitiren Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr adlı yapıtın tercümesinde ve Feleknâme adındaki Farsça yapıtında; 1413 yılında yaşamını yitiren Ahmedî, İskendernâme adlı yapıtında ve 1501 yılında yaşamını yitiren Ali Şir Nevaî de Lisânü’t-Tayradlı yapıtında bu örgeyi aynı biçimde kullanmıştır.
Mustafa Kâilî’nin 1738’de kaleme aldığı ve nazım olup mesnevi tarzında yazdığı Işknâme adlı yapıtının dördüncü ve sonuncu öyküsünde ele alınan Şem ü Pervâne, 1957 yılında yaşamını yitiren Ebu’l-Kasım Lohutî adlı Tacik şair tarafından 1920’lerde yazılmıştır, yapıtın teması vatan aşkıdır.
Tartışmalardan başka Farsça Şem ü Pervâne mesnevisinin ilki, 1535’de yaşamını yitiren İranlı şair Ehlî-i Şirazî tarafından 1488’de kaleme alınan mesnevidir. Bu konu, daha sonra XVI. yüzyılda Emineddin Nezlebâdî; XVII. yüzyılda Mevlâna Hâkî-i Belhî; 1565’de yaşamını yitiren Zamîrî Hemedanî ve XVII. yüzyılda Ekmeleddin Taşkendî gibi şairler tarafından ele alınmıştır. Farsça kaleme alınmış bir Hind öyküsü daha mevcuttur. 1696 yılında yaşamını yitiren Akilhan Râzî’nin kaleme aldığı bu yapıtın bir başka ismi de Kıssa-i Ratan ve Padam’dır.
Eski Türk yazınında; yazmaları: Süleymaniye Ktp. Lala İsmail Kit. No: 443; Nuruosmaniye Ktp. No: 4080’de kayıtlı bulunan Zâtî’nin Şem ü Pervâne adlı yapıtından başka aynı öykü, yazması: TS. H.No: 714; Süleymaniye Husrev Paşa Kit. No: 604’te kayıtlı olan Lamiî Çelebi ve yazması: İÜ. Ktp. Ty. No: 2255; Millet Ktp. Ali Emirî Kit. No: 1193’de kayıtlı olan Kalkandelenli Muidî tarafından da ele alınmıştır. Yukarıda yazılı olan mesnevilerin son ikisi, Ehlî tarafından kaleme alınan yapıta dayanmaktadır.
Ancak arada Niyazî mahlaslı bir şairin, Osmanlı alanında Farsça kaleme alınmış bir Şem ü Pervâne daha vardır. 1320 yılında yaşamını yitiren Mahmud Şebüsterî’nin torunlarından olan bu şairin adı Abdullah Şebüsterî’dir. Yavuz Sultan Selim adına yazılan bu mesnevinin şu anda Süleymaniye Ktp. Kadızâde Mehmed Kit. No: 415’te kayıtlı tek nüshası mevcuttur. Bu üç mesnevinin arasında Lamiî Çelebi tarafından kaleme alınan yapıt, çok fazla farklılıklar arz eder.
Bu klasik öyküye, Lamiî tarafından oldukça çok öğe eklenmiştir. Zâtî tarafından kaleme alınan Şem ü Pervâne adındaki yapıt, muhteva açısından ötekilerden farklılık gösterir. Günay Alpay (Kut)’ın Şem ü Pervâne adlı yapıta ilişkin çok önemli bir çalışması bulunmaktadır.