Türklerde Kutsal Irmaklar;
DÜNYA NEHRİ
Kutsal ırmaklar, Türk mitolojisinde çok önemli bir yer tutmuşlardı. Türk kitleleri, büyük devletler kurduktan ve yüksek bir toplum hayatına geçtikten sonra bile, eski kutsal ırmakları unutmamışlardı.
Elbetteki yüksek toplum hayatına geçen milletlerde, mitolojinin birçok teferuatu, zihinlerden silinmiş ve unutulmuş olurdu. Meselâ Uygurlar, Orhun ile Selenga nehirlerinin birleştikleri yere, büyük bir önem vermişlerdi.
Çünkü onların ataları, bu iki nehrin kavşağında bulunan bir adacıkta, gökten inen bir nurla doğmuş ve türemişlerdi. Diğer yandan, yine Orhun nehrinin kaynaklarını aldığı dağlar ve ormanlar, çok daha önemli sayılmış ve burası yüzyıllarca, birçok imparatorluklara başkentlik etmişti.
“Ötügen, Ordu Balıg, Kara-Korum” gibi ünlü başkentlerin hepsi de bu bölgedeydi. Bütün bu bilgileri bir araya toplayınca, Orhun nehrinin yalnızca kaynağının veya birleştiği; döküldüğü yerin değil; tümü ile birlikte, bütün ırmağın kutsal olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz.
Neden ve niçin kutsal olduğunun incelenmesi de ayrı bir iştir. Fakat yukarıda da söylediğimiz gibi, bu tüm kutsallığın sebepleri, mitoloji belgelerinin kaybolması nedeni ile, karanlık kalmıştır. Bu durum karşısında bile, elimizi ve kolumuzu bağlayarak, böyle bir yetersizliğe karşıdan bakmamız, bizi mazur gösteremez. Bunun için de, “Mukayeseli halk bilgisi” metodlarına baş vurarak, bu nedenleri aydınlatma yoluna gitmemiz gereklidir.
ÇOŞKUN AKAN SELLER VE TÜRKLER
“Büyük kağanlar, çoşkun akan selle doğuyorlar”:
Sel Türklerin hayal ve hislerinde, daima önemli bir yer tutmuştu. Hatta “Selçuk” adı bile, köklerini “Sel” den alsa gerekti. “Selcik”, küçük sele benzeyen bir çocuk!
Macarlar, mitoloji bakımından Türk kültür çevresine bağlı idiler. Macarların büyük kralı “Almoş”, Macar devletinin kurucusuydu. Annesi, Almoş’a hamile iken, şöyle bir rüya görmüştü: “Gece uyurken, Almoş’un annesinin karnından bir sel boşalmış. Sel, büyümüş ve bütün dünyayı kaplamış”. Anne, korku ile uyanmış ve bir Şamana koşmuş. Rüyanın tabirini istemiş.
Şaman da ona şöyle demiş: “- Sen bir çocuk doğuracaksım. Bu çocuk büyüyünce, büyük bir hükümdar olacak ve bütün dünyayı egemenliği altına alacaktır!”
Gerçi, İran kralı Daryüs’ün doğuşu da, buna benzer bir efsaneye bağlanmıştı. Ama bunun gibi ve buna benzer efsaneler, Türklerde bir tane değildir. Pek çok çeşitli türleri vardır: “Manas-Han’ın hatunu gece uyurken, bir rüya görmüş. Rüyada karnından bir ağaç yeşermiş.
Yavaş yavaş büyüyen bu ağaç, bütün dünyayı gölgesi altına almış”. Bu da ağaçlı bir efsane türü idi. Böyle efsaneler, Osmanlı devletinde de çoktur.
Cengiz-Han’ın öz kabilesinin adı “Kıyan” idi. Cengiz’in torunlarının saraylarında oturup tarih yazan ve sonra da bu tarihi onlara sunarak, büyük hediyeler elde eden tarihçilere göre, “Kıyan sözü, türkçe ‘Kayan’, yani selden geliyordu”. Yine onlara göre, ünlü yiğitlere, “Kıyan Bahadır”, yani “Sel gibi güçlü Bahadır” denirdi. Bunlar, halk etimolojisidir.
Fakat, bir kavmin inanışlarını yansıtırlar. Zaten, mitoloji incelemelerinin amacı da budur. Çünkü, Cengiz devletinin büyük imparatorları, böyle yazılmasını istiyorlar ve böyle konuşulmasından hoşlanıyorlardı.
“İnsanların, kuruyup coşan suları”:
Bu, her şeye hayat veren bir Tanrı nimeti idi. Bektaşî ve Alevî şairleri ilham alınması ve güdülmesi gereken fikirleri de suya benzetmişlerdi. Şah İsmail’in Hatayî mahlası ile yazdığı şu çok güzel nefesde bunu açık olarak görüyoruz:
“Bir boyu boylamak gerek,
“Bir sudan sulanmak gerek,
“Bir dili söylemek gerek,
“Feriştehler bilmez ola!”
Hatayî
İnsanların hayat ve talihlerinin, durgunlaşıp canlanması da, suların kuruyup çağlamasına benzetilirdi. Dede Korkut kitabındaki, şu güzel şiir de bunun güzel bir örneğidir:
“Aklındılu, görkli suyın,
“Soğulmış idi, çağladı ahır,
“Kaba ağaçda dal budağun,
“Kurumuş idi, yeşerüp, gögerdi ahır!”
Dede Korkut
Çağlayan sular ve akıntılı seller, Türk mitolojisinin en önemli konuları ve motifleri idiler.
Bektaşî şairleri ise, Yunus’un ifadesini daha basitleştirirler. Âşık Hasan’ın aşağıdaki şu şiirinde “Çoşkun akan sel” deyimini görüp de, Macar Kralı “Almos”un doğuş efsanesi ile, Cengiz Han’ın kabilesi “Kıyan” veya “Kıyat” boyunu hatırlamamanın imkânı yoktur:
“Erlik midir eri yormak,
“Irak yoldan haber sormak,
“Cennetteki ol dört ırmak,
“Çoşkun akan sel bizdendir!”
“Çoşkun akan sel” deyimi elbette ki İran ve Arap edebiyatında da çok idi. Fakat bu, Türklerin de his ve düşüncelerini kaplayan, en önemli mitoloji motiflerinden biri idi. Buradaki türkçe ifade, bizi çok gerilere götürüyor. Biz bu şiiri okurken fikre değil; türkçenin akışına, deyimlerine ve sözlerine önem veriyoruz.
KUTSAL IRMAKLAR
“Kutsal ırmaklardan yardım dileyenler”:
Onan ve Kerülen nehirlerinin, Cengiz-Han’ın hayatı ile Moğol İmparatorluğunun büyük tören ve kurultaylarındaki, önemini çok iyi biliyoruz.
Cengiz-Han’ın, Kereyit Hükûmdarı Ong-Han’a mağlûp olmasından sonra, “Balcuna” adlı nehre nasıl sığındığı ve bu nehirden su içerek, arkadaşları ile birlikte ne şekilde yemin ettikleri, tarihin meşhur olaylarından biridir. Bu sebepten dolayı “Balcuna” nehri, şimdi bile mukaddes sayılan ve üzerinde mabetler yapılan bir yerdir.
Bundan önce de, aynı bölge halkı arasında kutsal sayılıyor ve Balcuna ırmağına saygı gösteriliyordu.
“Kutsal ırmaklar ve ırmak Tanrıları”:
Biliyoruz ki Kimek ve Kıpçak Türkleri, Altay dağlarının batısı ile Güney Rusya içlerine kadar uzanıyorlardı. İrtiş ırmağı da bu Türk kavimleri arasında büyük bir saygı görüyor ve âdeta ona, Tanrı gibi tapınılıyordu.
Önce Sibirya’da türkçe konuşan kavimlerin, Lena ve Yenisey nehirleri hakkındaki düşüncelerinin inceleyim. Bundan sonra, daha aydınlanıp ve daha ferahlamış olacağız. Bu nehirler, bir kıt’ayı baştan başa kesip geçen, büyük ırmaklardır.
Bu sebeple Yakut’lar ve diğer Türkler, ” Bu ırmakların kaynağını, dünyanın başlangıcı ve denize döküldükleri yerleri de, sonu olarak kabul ederlerdi. (Sibirya efsanelerine göre), bu nehirlerin kaynağı, cennette idi. Yani onlara göre, bunlar, kaynaklarını cennetten alan, gökten inen ve bir süre yeryüzünde aktıktan sonra, denize dökülerek, yer altı dünyasında kaybolan kutsal sulardı.”
Bu inanış, Ortaasya mitolojilerine hâkim olan, umumî bir prensipti. İşte bundan sonra, Orhun nehrinin kaynaklarının niçin kutsal sayıldığını daha iyi anlayabiliriz. Bu konuya az sonra daha derin olarak girecek ve meseleleri geniş bir şekilde ele almağa çalışacağız.
IRMAK KAVŞAKLARINDAKİ “KUTSAL ADALAR”
Hem Oğuz destanında ve hem de Uygurların menşe efsanesinde, kutsal bir nehir motifine rastlıyoruz. Sonradan, Kıpçak Türklerinin ataları olan ve ağaç koğuğunda doğduğu için de, “Kıpçak” adı olan bir çocuk, iki tarafı çok sarp dağlarla çevrili, bir nehrin ortasındaki bir adacıkta doğmuştu. Esasen bu adacığın, Oğuz-Han’ın hayatında da önemli bir rolü vardı.
Oğuz-Han, “İt-Barak” kavmine mağlûp olunca, bu adaya sığınmış ve kendi maneviyatı ile askerlerini yeniden topladıktan sonra, İt-Barak‘lara taarruz ederek, onları yenmişti. “Güneş soylu Kırgızların” menşe efsanesinde de, böyle kutsal bir nehir kaynağı vardır.
Buna göre, “Güneşle ilgileri olan Kırgızların hükümdar aileleri, büyük nehrin kaynağında oturuyorlardı.” Aynı nehre, bütün motifleri ile birlikte “Han-nâme” de de raslıyoruz.
Bilindiği üzere Kitanlar, doğudaki Proto- Moğolların en kudretli ve âsil bölümlerinden biri idiler. Hıtay devletini kurarak, Moğollar içinde gerçekten en kudretli ve şerefli bir soy olduklarını ispat etmişler ve Çin tarihinde “Liao” sülâlesi, Önasya tarihinde de Kara- Hıtay devleti ile, adlarını ebedileştirmişlerdi.
Aslında Kitanlar 840 dan önce, Uygur devletinin en sadık kölelerinden biri idiler. Devleti kuran hükümdarın karısı, uygur soylularından biri olduğu gibi, aynı devlet içinde ayrı bir orduya ve toprağa da sahipti. Bu sebeple Kitan dininde ve mitolojisinde, Uygur tesirlerini görmek her zaman için mümkündür.
İşte bu Kitanların , “Erkek ataları, beyaz bir ata ve hatunu ise, boz bir öküze binmiş olarak nehrin kaynağından aşağıya doğru inmişler ve ırmağın bir kavşağında karşılaşarak evlenmişlerdi.”
KUTSAL IRMAKLAR KAYNAKLARINI “CENNET”TEN ALIYORLAR
“Kutsal ırmakların kaynağı olan Cennet denizi”:
Ortaasya ve Sibirya halkalarının çoğu. Cennetteki bir göl veya denizin sütle dolu olduğuna inanırlardı. Bu sebeple Altay Türkleri bu göle, “Süt-Ak-Köl”, yani “Süt gibi Ak Göl” demişlerdi. Tabiî olarak, bu gölün süt ile mi dolu olduğu; yoksa içindeki kutsal suların, süt gibi ak olduklarından dolayı mı bu adın ona verildiği, ayrı bir münakaşa konusudur.
Yakut Türklerine göre, “Gök Tanrısının tahtı, süt gibi ak bir dağ üzerine kurulmuştu. Bu dağın üzerinde de yine süte benzer bir deniz vardı.” Bundan da anlaşılıyor ki buradaki “aklık”, kutsallığın bir ifadesi ve rengi idi. Altay mitolojisinde ise bu inançlar, dış tesirler dolayısı ile, büsbütün dejenere edilmiş ve değiştirilmişti.
Onlara göre, “Hayatın kaynağı Süt-Ak-Köl idi. Ruhlar orada kaynaşır ve insanlara ruh veren Yaratıcı, yani, Yayuçı da, onun yanında otururdu. Yeryüzünde bir çocuk doğacağı zaman, bu gölden bir ruh alınır ve doğacak çocuğa gönderilirdi.
Bu göl, Süro adlı bir dağın üzerinde bulunurdu.” Bu kutsal dağın adı, Hint mitolojisinden gelmiştir. Fakat aynı Altay mitolojisinde, eski İran tesirleri yok değildir. Meselâ aynı rivayete göre, “Bu kutsal dağın üzerinde, 7 Kudai, yani 7 Tanrı bulunurdu.” Kudai veya Kuday sözü de İran’dan gelmiş bir deyimdir. Ayrıca İran mitolojisinde de böyle bir “Gökdenizi” vardır.
Eski İran düşüncesine göre, “Göğün en üstünde bir Hayat Ağacı vardı. Onun altında Gök-Denizi ve onun altında da Gök-Dağı bulunurdu. Dünyadaki bütün ırmaklar, kaynaklarını bu Gök-Denizi’nden alırlardı. Bu denize de Ardvisûra denirdi.” Ortaasya mitolojisinde Gök veya Cennet denizi motifi, çok yaygın olarak görülürdü.
Bunların çoğu da, Ortaasya’ya has özelliklerini kaybetmiş ve türlü şekillere girmiş masallardı. Yarı masal ve yarı efsane şeklindeki şu hikâyenin bir özetini vermeden geçemeyeceğiz:
“Bir Hanın kızı varmış gökte yaşarmış bu Han,
“Her yana elçi salmış vermiş dağıtmış ferman.
“Garuda adlı kuştan, demiş, bir kanat bulun,
“Seviniz hiç yoktan, bana bir damat olun!
“Fakir bir avcı varmış, yola çıkmış hemence,
“Ap ak bir dağa varmış, başı gökte ipince.
“Bu dağın üzerinde, bir ‘Süt denizi’ varmış.
“Sütün orta yerinde, kuşun kendisi varmış.
“Kuşun her dört yanına Kutsal orman çevirmiş,
“Ölümsüz bir hayatı Kutsal orman verirmiş”.
Sibirya’nın içlerine ve kuzeye gidildikçe, Cennet denizi motifi orijinalliğini büsbütün kaybederek, garipleşir. Meselâ Tunguzlara göre, “Kutsal bir dağ ve bu dağın üzerinde de gümüşten goncalar açan bir çiçek fidanı varmış.
Dağın etrafı ise, bir Süt denizi ile çevriliymiş”. Tunguzlar Ortaasya’daki bu motifleri duymuşlar; fakat meselenin iç yüzünü anlayamamışlardı. Bu yolla, mitolojinin aslı ile hiçbir ilgisi olmayan, yepyeni bir masal meydana getirmişlerdi.