İlk defa, 1573’de yaşamını yitiren İran şairlerinden Cemali-î Dehlevî tarafından kaleme alınan Mihr ü Mah, Türk yazınında klasik mesnevi konusu olan Eski İran aşk destanıdır.
İran yazınında Razî, Mir Askerî, Zahir-i Kirmanî, Hüseyni-i Kazvinî, Cami mahlasını kullanan Muhammed Şerif Bedayi-î Nefesi tarafından kaleme alındı. Bunun yanı sıra XVI. yüzyılda veya daha sonraki tarihlerde ele alındığı tahmin edilen düzyazı anonim bir Mihr ü Mah öyküsünün mevcut olduğu da bilinmektedir. Tek nüshası Oxford Bodleian Kütüphanesi’nde bulunan Mecmua-i Resail’in içinde yer alan bu anonim düzyazı aşk hikâyesinin konusu özetle şöyledir:
Maşrık diyarının Haver Şah adındaki adaletiyle kendisinden söz ettiren hükümdarının evliliğinin üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra bir oğlu dünyaya gelir. Adını, Mihr koyarlar. Yıllar sonra tığ gibi bir delikanlı olan Mihr, katıldığı bir av partisi sırasında Müşteri ile tanışır. Katıldığı partide ilk kez görüşüp tanıştığı Müşteri tarafından kendisine resmi gösterilen Mah’a âşık olur. Resmini görerek âşık olduğu Mah’ın aşkından deliye dönen Mihr, günden güne sararıp solmaya ve yemeden içmeden kesilmeye başlar. Oğlunun günden güne eridiğini gören babası, bir yolla oğlunun derdini öğrenir. Çareler aranmaya başlanır. Ama aranan çarelerin hiçbiri Mihr’in derdine derman olmuyor. Bunun üzerine sevdasıyla yanıp tutuştuğu Mah’ı bulmak için yollara düşen Mihr, çok uzun ve badirelerle dolu dolu geçen bir yolculuğun ardından sevdiği Mah’ı bulur. Alıp ülkesine götürerek kendisiyle evlendiği Mah ile mutlu bir yaşam sürerler.
Türk yazınında konuları birbirinden farklı dört ayrı Mihr Ü Mah Mesnevisi bulunmaktadır. Bunlar:
a-) Birincisi; Mustafa Ali tarafından 1560–1561 veya 1561–1562 tarihlerinde kaleme alınan ve 1164 beyitten oluşan ‘Mihr ü Mah’dır. Alegorik özellikler içeren bu Mihr ü Mah’ın konusu özetle şöyledir:
Güzellik diyarının hükümdarı olan Mihr (Güneş), oldukça bilge bir kişidir. Kadısı Bercis (Müşteri/Jüpiter/Mars), silahtarı Mirrih (Merih), kâtibi Utarid (Merkür), kapıcısı Zühal (Satürn) ve çengisi Zühre (Venüs) ile birlikte yaşamaktadır. Mah, günün birinde tek başına ava çıkan Mihr’i görür ve ona gönlünü kaptırır. Âlim ve üstün bir kişiliğe sahip olan Mâh, sade ve alçak gönüllü bir yaşam sürmektedir. Uzun zaman Mâh’tan habersiz olan Mihr, sonunda Mâh’ın kendisine âşık olduğunu öğrenir. Tebdil-i kıyafet bir dilenci kılığına bürünerek tekkenin birine yerleşir. Onu görünce hemen tanıyan Mâh, ona aşkından söz eder. Mihr kendisini naza çeker. Sarayına döner. Ancak onu takip eden Mâh, sarayın çevresinden ayrılmaz. Günün birinde Husuf (Ay Tutulması) adındaki bekçi sarayın etrafında gezinip duran Mâh’ı hırsız zannederek yakalanmasını sağlar. Yakalanan Mâh, kadı Bercis’e götürülür. Kadı Bercis, kendisine halinden söz eden Mâh’a acır ve onu teselli etmeye çalışır. Hâlâ kendisini naza çekip kapris yapan Mihr, onu kent dışına çıkarmayı düşünür. Çıkarılan ferman üzerine Mâh kentten kovulur. Yolda Subh-ı Sâdık (sabah aydınlığı- tan)’a rastlayan Mâ,h ona derdinden söz eder. Subh-ı Sâdık’ın araya girmesi üzerine Mihr, affettiği Mâh’ı yakınına aldırır. Ancak ondan hoşlanmayan Zerre (Yıldız), onun aleyhinde çalışır. Bunun sonucunda Mâh, tekrar kentten kovulma cezasına çarptırılır. Bu sırada her yer Şah-ı Şita( Kış Padişahı) tarafından fethedilir; bu arada Zerre, Mihr’i kaybeder ve bir başına kalan Mihr ile Mah neticede birbirilerine kavuşurlar.
b-)İkincisi; XVI. yüzyılda yaşayan Zarifî tarafından kaleme alınan klâsik mesnevi tarzında olan Mihr ü Mah’dır. Tek nüshası Agâh Sırrı Levend’in özel kitaplığında bulunan bu yapıtın konusu özetle şöyledir:
Hilal adındaki Çin hükümdarının oğlu olan Mâh, çıktığı bir av sırasında yolunu kaybederek yabancı ülkenin birine gider. Yolunu şaşırarak gittiği bu ülkenin Pervin adındaki hükümdarı tarafından ele geçirilen Mâh, Mihr adındaki kızını aracı koyan Pervin tarafından kendi dinine döndürülmek istenir. Ama Mâh ile Mihr gerçekten birbirilerini severler. Pervin tarafından kendi dinine döndürülmek istenen Mâh, dininden dönmediği gibi Mihr’i kendi dinine döndürür ve onunla birlikte ülkesi Çin’e dönerek evlenirler.
c-) Üçüncüsü; Yine XVI. yüzyılda yaşayan Kıyasî tarafından kaleme alınan Mihr ü Mah’dır. II. Selim’e sunulan ve tek nüshası mevcut olan bu eserin konusu, Zarifî’nin Mihr ü Mah’ı ile benzerlikler arz eder. Bu destanda bir padişahın oğlu olan Mah ile Çin hükümdarının Mihr adındaki kızının aşkları konu edilmiştir.
Bu eserin özeti şöyledir:
Ava düşkün biri olan şehzade Mâh, günün birinde postacılık görevi yaparak mektup taşıyan bir güvercin yakalar. Mektupta Çin fağfurunun Mihr adındaki kızının resmi vardır. Resmine âşık olduğu Mihr’i bulmak üzere Çin’e doğru yola çıkan şehzade Mâh, yolda bir ceylan yakalar. Gencin biri, karşılığında kölesi Numan’ı bağışladığı Mâh’tan ceylanı ister. Ceylanın karşılığında gençten aldığı Numan ile dertleşen Mâh, ona derdini açar. Bunun üzerine kendisi tarafından yakalanan ceylanın, Mihr’in sarayından kaçtığını ve kendisine ceylanı verdiği kişinin de kılık değiştiren Mihr olduğunu söyleyen Numan, daha önce yakaladığı güvercinin de kendisini rüyasında görerek kendisine âşık olan Mihr tarafından gönderildiğini anlatır Mâh’a. Birçok meşakkat sonrasında Numan vasıtasıyla Mihr’i ülkesine kaçıran Mâh, babasının ölümü üzerine ülkenin başına geçerek mutlu bir hayat sürerler.
d-) Dördüncüsü; Osmanlı müelliflerinde Necatî’nin de Mihr ü Mah adında bir mesnevisinin bulunduğu söylenirse de bugüne değin ele geçmiş değildir.