El-Manât; Menat veya Manah, Arap mitolojisinde bir tanrıça.
İslam öncesi Arabistan’da tapılan tanrıçalardandır, özellikle Mekke şehrinin üç baş tanrıçasındandı.
İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’da da geçer. Putlar Kitabı‘na (Kitab el-Esnam) göre İslam öncesi dönemde Araplar Manat’ın kader tanrıçası olduğuna ve üç baş tanrıçanın en yaşlısı olduğuna inanırlardı.
O dönemlerde bu üç baş tanrıçanın Tanrı’nın kızları olduğuna inanılıyordu. Petra’daki Nabatlılar onu Manawat ismiyle anıyor, onu Greko-Romen tanrıça Nemesis ile denk tutuyor ve Hubal’ın karısı olduğuna inanıyorlardı.
Putlar Kitabı‘na göre, İslam öncesi dönemdeki Arap putlarından en eskisi Menat idi. Ayrıca, eser Mekke’ye Menat adına yapılan bir tür hacdan da bahseder. Yine aynı eserde sahabelerden Ali’nin Manat’ın putunu yok ettiği anlatılır.
Menât, Sâmî panteonunun en eski ilâhlarından biridir. Onun adına, Babilonya verimlilik ilâhesi İştar’ın isimlerinden biri olan Menutum şekliyle Sargon öncesi dönemde de rastlanmaktadır (Bottero, s. 30).
Kur’an’da Menât kelimesi elif harfiyle olduğu gibi vav harfiyle “منوة” olarak da yazılmaktadır ki Lihyânî dilinde manat ve Nabatî dilinde manawatu şeklindedir (Wellhausen, s. 28; Lidzbarski, I-II, 313; Winnett, XXX [1940], s. 119).
Milâttan önce V ve IV. yüzyıllara ait Lihyânî metinlerinde Allah ve üç ilâhe inancına tesadüf edildiği gibi Semûdî ve Nabatî belgelerinde de Menât adı geçmektedir (Winnett, XXX [1940], s. 116). Kitâb-ı Mukaddes’te “mnv” kökündeki v, i harfine dönüşmekte ve kelime Meni şeklini almaktadır (İşaya, 65/11), Sallier papirüsünde Meni, Mısır dininde ilâh Ptah’ın evindeki dokuzlu ilâh grubunda yer alan bir Sâmî ilâh diye takdim edilmektedir (Pritchard, s. 250).
Meni, Bâbil esareti sonrasında bazı yahudilerin taptığı kader kısmet putunun adıdır ve Menât’ın karşılığı olarak kabul edilmektedir (IDB, III, 350).
Gerek Menât gerekse Meni isminin menşei olan ve bütün Sâmî dillerde bulunan “mnv” (mny) kökü “saymak” yani “hayatın günlerini saymak”, dolayısıyla “ölüm” (meniyye) ve “paylaşmak” (herkese hissesini vermek, dolayısıyla kader, tâlih) anlamlarına gelmektedir (Bezold, s. 176; Gesenius – Buhl, s. 43 vd.; IDB, III, 350).
Müslüman dilciler de Menât kelimesinin “kader” veya “ölüm” mânasındaki “mnv” (mny) kökünden gelmiş olabileceğini belirtmektedir (Lisânü’l-ʿArab, “mny” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “mny” md.). Kelimenin “kesmek” anlamına geldiği, taştan özel bir şekilde kesildiği için Menât’a bu adın verildiği de nakledilmektedir (Mustafavî, XI, 188).
Yâkūt ise Menât’ın “kader, ölüm” veya “imtihan” mânasındaki menâdan gelmiş olabileceğini belirtmektedir (Muʿcemü’l-büldân, V, 205). Menât kelimesi, muadili olan Grek-Roma kader ilâhlarının isimleriyle (Tukhai ve Fortunae) aynı anlamdadır.
Bu kullanım Semûd ve Nabatî dillerinde de vardır (van Branden, s. 110). Palmir’de Menât kader ilâhesi Nemesis gibi bir platform üzerine oturmuş, elinde bir âsa tutar vaziyette tasvir edilmiştir (Starky, s. 103).
İbnü’l-Kelbî’ye göre Menât, Araplar’ın taptıkları putların en eskisiydi ve bütün Araplar ona saygı gösteriyordu. Fedek’te olduğu da rivayet edilmekle birlikte (Ya‘kūbî, I, 255) Menât, Mekke ile Medine arasında Kudeyd’e yakın, Medine’ye 15 km. mesafedeki Müşellel denilen yerde deniz kenarında Hüzeyl kabilesine ait siyah bir kaya idi. Menât’a ait bir ev, hediyelerin konulduğu bir oda ve bekçi vardı.
Menât’ın bir kayadan ibaret olduğu, kesilen kurbanların kanları orada akıtıldığı için bu adın verildiği ileri sürüldüğü gibi taştan yontulmuş, deniz kenarında dikili bir heykel olduğu da nakledilmektedir. Menât sunağında kurban kesilmesi onun yağmur yağdırması içindir.
Bu da gösteriyor ki Menât rüzgârı estiren, bulutları getiren ve yağmur yağdıran bir ilâhtır; dolayısıyla onun deniz ve su ile alâkası vardır ve belki de bu sebepten onu sembolize eden kaya deniz kenarına dikilmiştir (Cevâd Ali, VI, 247).
Evs ve Hazrec kabileleri başta olmak üzere Araplar buraya o kadar çok önem veriyorlardı ki Menât’ı ziyaret edip başlarını tıraş etmedikçe Mekke’de yaptıkları haccın tamam sayılmadığına inanıyorlardı.
Menât Mâbedi, Mekke fethinin ardından çevredeki putları yıkmak için çeşitli birliklerin gönderilmesi çerçevesinde, 25 Ramazan 8 (16 Ocak 630) tarihinde Hz. Peygamber’in görevlendirdiği Sa‘d b. Zeyd el-Eşhelî tarafından ortadan kaldırılmıştır (İbn Sa‘d, II, 147; Taberî, II, 164).
Bu hadisenin Mekke’nin fethi için Medine’den hareket edildikten dört veya beş gece sonra vuku bulduğu, Resûl-i Ekrem’in Menât Mâbedi’ni yıkmak üzere Ali b. Ebû Tâlib’i gönderdiği, onun da mâbedi yıkıp oradan aldıklarını Resûlullah’a getirdiği, içlerinde Gassân Kralı Hâris b. Ebû Şemir el-Gassânî’ye ait “mihzem” ve “resûb” adında iki kılıcın da olduğu ve Hz. Peygamber’in bu kılıçları Hz. Ali’ye verdiği de rivayet edilmiştir.
Fakat aynı kaynaklar, bu kılıçların Tay kabilesinin putu olan Füls (Fils veya Fels) Mâbedi’nde bulunduğunu da nakletmektedir (İbnü’l-Kelbî, s. 30; Yâkūt, V, 205). Bir rivayette ise putu yıkmaya Ebû Süfyân b. Harb’in gönderildiği belirtilir (İbn Hişâm, I, 90).
Hadislerde, ensarın müslüman olmadan önce Menât putuna Müşellel’de ibadet ettiği ve bunun için ihrama girdiği, müslüman olduktan sonra ise Safâ ile Merve arasındaki sa‘y konusunda şüpheye düştüğü için Bakara sûresinin 158. âyetinin indirildiği bildirilmektedir