Dünya üzerinde konuşulan tek bir dil olduğunu düşünün. Ancak öyle ‘İngilizce dünya dili’ ‘Çince olsun bence’ gibi değil; en başından itibaren tüm insanlık tek bir ortak dil geliştirseydi nasıl olurdu?
Sahi, neden öyle olmamış ki? Bir canlı türü, her derdini anlatmak için ufacık mesafelerde bile niye ve nasıl yüzlerce dil oluşturmuş? Bir şehir kadar alanda yaşayan topluluklar bile nasıl olmuş da birbirinden farklı diller geliştirmiş? Eğer bu sorunun cevabını merak ettiyseniz, yalnız değilsiniz. Gelin tüm olası cevaplara bakalım… Ancak cevaplara geçmeden önce belirtmekte fayda var; bu sorunun net ve tek bir cevabı yok…
Yağmur yağışının miktarı, dağlar, okyanuslar… Doğa dil geliştirmemizde baskın bir rol oynamış gibi görünüyor
Şunu önden söyleyelim; dillerin sayısının bu kadar fazla olması kadar dikkat çekici olan bir diğer şey dil sayısının kimi bölgelerde çok azken kimi bölgelerde aşırı yoğun olması. Örneğin Nijerya, Papua Yeni Gine ve Endonezya dünya üzerinde konuşulan tüm dillerin %29’una ev sahipliği yapıyor. Tropikal iklime sahip bölgelerde, dillerin çeşitliliği de daha fazla gibi görünüyor.
İşte bu veriler dillerin çeşitlenmesi noktasında akla ilk olarak iklim ve coğrafyayı getiriyor.
En basitten başlayalım; dağlarla bölünen bir coğrafyada, o dağların iki yakasında yaşayan kişilerin birbirleriyle etkileşime girme ihtimallerinin neredeyse olmadığını düşünürsek, farklı diller geliştirmiş olma ihtimalleri çok yüksek. Aynı şekilde, okyanuslarla ya da denizlerle bölünen toprak parçalarının iki yakasında yaşayan insanlar da haliyle farklı diller oluşturmuş olabilirler.
Ancak doğanın dil üzerindeki etkisi bununla sınırlı değil. Ayrıca bölgenin aldığı yağış miktarı; dolayısıyla beslenme, göç gibi davranışlar ve o bölgede yaşayan insan sayısının değişmesi gibi durumlar da dil sayısını etkiliyor. Bu konuda yürütülen bir araştırma da yağış miktarının dil dağılımını etkilediğini gösteriyor.
Buraya kadar her şey yolunda. Peki ne bir dağ ile bölünen ne de bir okyanusla birbirinden ayrılan iki çok yakın bölgede nasıl oluyor da farklı diller oluşabiliyor?
Burada devreye dillerin sosyokültürel yapıdan etkilenmiş olmaları durumu giriyor. Küçük gruplar halinde yaşayan toplumlar kendi küçük grupları arasında bir iletişim dili oluşturmuş, bu dili kendi topluluklarını diğer topluluklardan ayırmak için de kullanmış olabilirler.
Şöyle düşünün; birkaç düzine kişiden oluşan ilkel bir toplumda öncelik avlanma ve beslenme. Büyük bir av yakaladıklarında birbirlerine uzaklardan seslenmek zorunda kalabilirler. Böyle bir senaryoda diğer ‘rakiplerden’ ayrışmak için yalnızca kendi gruplarının anlayacağı seslenişler, ifadeler geliştirmiş olabilirler.
Ayrıca giderek kalabalıklaşan toplumlarda bir süre sonra bir ‘bölünme’ eğilimi gösterilebilir. Bu da bölünen toplumlarda kelimelerin zamanla değişip yeni bir iletişim dili geliştirilmesi ile sonuçlanabilir. Ya da bir dil konuşulduğu mesafe büyüdükçe değişebilir, zamanla kendi bölgesinde yepyeni bir dil haline gelen bölünmüş dillere ayrılabilir.
Savaşlar, dinler ve daha fazla ‘sosyal mevzu da’ dillerin çoğalmasını etkilemiş olabilir
Savaşlarla yapısı değişen toplumlar, zorunlu göçler, istilalar gibi durumların da dillerin çeşitlenmesinde etkisinin olabileceği düşünülüyor. Daha geniş alana yayılan ve zamanla bağları kopan toplumların dillerinin farklılaşması buna örnek verilebilir. Aynı zamanda dinlerin de toplum yapısının pek çok yönünün etkilemiş olabileceği gibi dil noktasında da bir etki yaratmış olabileceği ifade ediliyor.
Böylesine köklü ve etkisi büyük bir konuyu tek bir nedenle açıklamaya çalışmak zaten kulağa çok doğru gelmiyor
Diller sabit yapılar değil. Günümüz Türkçesiyle Göktürk Türkçesine bakalım örneğin… Benzer kelimelere ve ifadelere rağmen ne kadar büyük farklılıklar olduğunu görürüz. Haliyle farklı etkileşimler, farklı olaylar ve ‘ihtiyaç alanları’ dahilinde farklı dillerin, ifadelerin oluşmasının birden çok nedeninin olması çok muhtemel.
Yine de bu konuyu araştıran bilim insanları ve araştırmacılar, insanlık tarihi için hayati önem taşıyan başlıklardan biri olan dillerin ortaya çıkışı ve evrimi konusunda daha fazla şey öğrenmemiz gerektiği noktasında hemfikir. Daha fazla araştırma yapıldıkça da, yeni verilerle bu konu aydınlanmaya devam edecek.
Kaynaklar: BioScience, The Royal Society Publishing, The Conversation