”Arête” kavramı, gücü ve erdemi vurgulaması nedeniyle Homeros’tan bu yana Yunanlıların savaştaki sembolü olmuştur. Öte yandan, M.Ö. 4. yüzyılda, eskiden ”barbarlar ülkesi” addedilen ”Makedonya Krallığı” veya ”Antik Makedonya Krallığı”, Makedon/Makedonya ordusuna baştan aşağı yeniden biçim verecek olan II. Filip’in kıvrak zekâlı liderliğine girdiğinde, güneyde yer alan kent devletlerinin hâkimiyetine kafa tutacak yepyeni bir tehdit ortaya çıkmıştır.
Söz konusu bu yeni askeri gücünü Chaeronea Muharebesi‘nde ispat edecektir; Heroneya kentindeki Makedon galibiyeti hem siyasi hem de askeri bakımdan Yunanistan’ı tarihçi G. Maclean Rogers’ın deyimiyle “derin bir uykunun” pençesine düşürecektir. Bundan sonrasında Yunanistan Akdeniz’deki üstünlüğünü bir daha asla geri kazanamayacaktır.
Antik Makedon Ordusunu Yeniden Kuran II. Filip
Makedonya veya Makedon kralı II. Filip kendisine askeri bakımdan oldukça zayıf bir ülke miras kalmıştı. Bu zayıflık durumunu idrak ederek, ülkesinin dağılmaya yüz tutmuş ordusunu yeniden yapılandırarak sağlam bir savaş mekanizmasına dönüştürdü. Üstelik kurulan bu yeni ordu, Filip’in M.Ö. 367 yılında Antik Mısır’ın Teb kentinde esir tutulurken edindiği bir yöntem olan, şöhrete sahip Kutsal Teb Birliği’ne (birbirini seven 150 çift eşcinsel askerden oluşan ve Teb’in ordusuna bağlı elit bir askeri birlik) ve bu birliklerin aynı derecede etkili olan kama düzenine dayanıyordu.
Filip’in kurduğu bu yeni ordu artık sıradan yurttaşlardan oluşan bir askeri birlik değil, profesyonel askerlerden kurulu bir ordu niteliğindeydi. Filip, eskiden kalma geleneksel falanks düzenini yeniden düzenleyerek, Antik Yunan piyadelerinin kullandığı modası geçmiş, seçkin ve zırhlı hoplit (Yunanca “oplon” kelimesinden türemiş ve ”büyük kalkanlı adam” manasına gelir) mızrağının yerini genelde 4 – 7 metre uzunluğundaki bir kargı olan ”sarisa” veya ”sarissa” mızrağıyla değiştirip, buna ilave olarak daha kısa, iki ucu keskin bir kılıç ya da ”xiphos” kullanmaya başladı.
Bunun sonucunda da demode durumdaki kalkan ve miğferi baştan aşağı tasarladı. Makedon ordusunun büyüklüğünü Yunanistan’ın geri kalan kısmına göstermesi, kuzeyde yer alan Traklara saldırması ve onları mağlup etmesi, böylece Filip’in önemli bir tehlike teşkil ettiğini Atina halkına ispatlaması pek de uzun sürmemişti.
Güçlerini Birleştiren Atina & Teb Birlikleri
Atinalılar ve Filip M.Ö. 352 ve 338 yılları arasında birbirlerine düşman olarak kaldılar. Sosyal Savaşlar sonucunda Makedonya ile yapılan gergin bir sulha karşın — ki bunun nedeni Filip’in önce Atina’ya yardım önermesi, ardından da kendisi için arzu ettiği kentleri Atina’ya teklif ederek kontrolü ele almasıydı — Atinalılar öylece sus pus yerinde durup, kuzeyde hüküm süren bu barbarlardan dolayı endişelerini dile getirmekten öteye gidemediler.
Zira ne Atinalılar bu güçlerle tek vücut hâlinde savaşma hususunda isteksiz davranıyordu, ne de açıkçası buna maddi imkânları vardı.
Bunun yanı sıra, Filip’in elde ettiği askeri başarılar kendisine Amphictyonic Konsey’de (Yunan kent devletlerinin kurduğu bir birlik) bir yer kazandırmış ve bu da Atinalılar nezdinde bir başka hakaret unsuru yaratmıştı.
Atinalılar her ne kadar Filip’i bir tehdit unsuru gibi görse de, diğerleri onu tüm Yunanistan’ı birleştirebilecek birisi olarak görüyordu. Bu esnada Filip, M.Ö. 356’da ”Filippi” adını verdiği Krenides veya Crenides, M.Ö. 354’te Modon veya Motun ve son olarak da M.Ö. 348’de Halkidikya veya Üç Parmak Yarımadası‘ndaki Olynthus kentlerini fethedip Yunanistan’daki hâkimiyetini güçlendirdi. Kente doğru hareket eden tahıl sevkiyatlarına el koyduğunda gerçekleştirdiği acımasız saldırılardan Atina da nasibini almıştı. Besin tedariklerine yapılan bunca saldırının ardından Atinalılar bir müttefik arayışına girdi ve bunun neticesinde kuzeydeki komşusu olan Teb’e yöneldi.
Her ne kadar birbirlerine eskiden beri düşman gözüyle baksalar da, artık bu iki kentin ortak bir sıkıntısı bulunuyordu: Filip. Atinalılar Teblilere, bulundukları konum itibarıyla Teb kentinin Atina’dan önce düşebileceğini hatırlattı.
Ne var ki Teb, Filip’in yarattığı tehlikelerin zaten bilincindeydi ve yüzünü müttefik olabileceği güneye, yani Atina’ya değil, aksine doğudaki Perslere dönmüştü; zira Pers kontrolündeki Anadolu’nun kuzeybatı kıyılarında bulunmasından kaynaklanan nedenlerle Makedon/Makedonya kralına duydukları hoşnutsuzluğu gizleyemiyorlardı.
M.Ö. 339 YILINA GELİNDİĞİNDE, II. FİLİP’E KARŞI FİİLİ BİR KARAR OLAN BİR MÜCADELEDEN KAÇINILAMAYACAĞI AÇIKÇA ORTAYA KONULMUŞTU.
Ne var ki M.Ö. 339 yılına gelindiğinde, Filip’e karşı verilecek belirleyici nitelikteki nihai bir savaştan/muharebeden kaçınılamayacağı açıkça görülüyordu. Gerek Atina’ya gerekse Yunanistan’ın geri kalan kısmına yönelik bu tehlikenin bilincinde olduğunu düşünen öfkeli Atinalılardan biri de Atina kentinde doğan politikacı ve hatip olan Demosthenes (M.Ö. 384 – M.Ö. 322) idi.
Bu üstün nitelikli hitabet ustası, “Philippik” adını verdiği hararetli konuşmalarında söz konusu bu tehlike konusunda görüşlerini dile getirdi. Tebliler gibi bir müttefik edinme gerekliliğini fark eden de yine kendisiydi.
Demosthenes, bu yeni kentlerin aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp Makedon/Makedonyalı barbarlara karşısında tek yürek mücadele etmeleri gerektiğine inanıyordu.
Atina hükümetindeki pek çok yetkili kimse, Filip’e karşı savaşmaya karşı çıktığından, becerikli Demosthenes bu kişilere Maraton Muharebesi‘nde (M.Ö. 490) Pers İmparatorluğu’na (M.Ö. 550 – M.Ö. 330) verdikleri zaferi hatırlatarak gururlarını okşadı. Bu kuzeyde hüküm süren barbarları kolaylıkla mağlup edebileceklerini öne sürdü. Gönülsüzce de olsa Atinalılar Demosthenes’in isteklerine rıza gösterdiler.
Savaşa/Muharabeye Dair Ön Hazırlıklar
Atina ordusu ilk müdafaa hattından başlayarak Boeotia’ya ilerledi ve bu bölgede yer alan en stratejik dağ geçitlerini (bilhassa Amfisa antik kentinin kuzeyindeki Gravia Geçidi’ni ve Teb kentine giden güzergâhtaki Parapotamioi veya Parapotamii’yi), Makedonların büyük ölçüde ihtiyaç duydukları erzak kaynağına sahip olan Gördes/Gördüs Körfezi veya Korint Körfezi’ne ulaşmalarını engelleyecek şekilde askerlerle takviye etti; buna rağmen söz konusu bu erzak yetersizliği yüzünden Filip geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştı.
M.Ö. 339 ve 338 yılları boyunca bu dağ geçitleri korumaya devam etmiş ve hem Atina hem de Teb güvende hissetmişti, ta ki sözü edilen bu geçitleri koruyanların pek çoğu giderek huzursuzlanmaya ve dahası aralarında oluşan iç çekişme nedeniyle ciddi sorunlar baş gösterene kadar.
Bu anlaşmazlığa, bizzat Filip tarafından yayılan ve Makedonların geri çekilmek üzere olduğuna dair bir söylenti de eklenmişti. Filip askeri birliklerini Yunanistan’da antik bir kent veya polis (kent devleti) olan Cytinium’dan geri çekince, Amfisa (Yunanca: Άμφισσα, Amfissa, Osmanlı döneminde ”Saline”, ”Salna” veya ”Salona” denirdi) kentindeki Yunan kuvvetlerinin tetikte olma durumu zayıfladı. Bunu fırsata dönüştüren Filip hemen gece vakti saldırıya geçerek geçitte direnenleri etkisiz hâle getirdi ve böylelikle kenti istila etti. Bunun ardından daha batı yönünde hareket ederek Yunanistan’daki Etolya-Akarnanya bölgesinde alan İnebahtı kentini eline geçirdi.
Filip sulh/barış yapmayı önerince, Demosthenes hem Atinalıları hem de Teblileri/Thebeslileri cesur bir tavırla bu fikri karşı koymaları yönünde ikna etti. Bundan böyle kaçınılması imkânsız bir savaş/muharebe başlamış oldu. Bu arada kral ve genç oğlu Büyük İskender, Boeotia bölgesinin sınırında kalan Elateia kentini ele geçirdiler; böylece Atina ve Teb’e uzanan kapılar açılmış oldu.
Filip güneye doğru ilerleyerek Heroneya kentinin dışında yer alan küçük bir ova boyunca düşman askerleri birlikleriyle çarpıştı.
Muharebe/Savaş Başlıyor!
Atinalılar, Thebanlılar (Thebes veya sakinleri) ve az sayıda müttefikten oluşan Atinalılar (10.000 piyade ve 600 süvari) solda, müttefikler merkezde, 800 süvari ve 12.000 piyadeyle (Kutsal Band’ın 300 üyesi de buna dâhil olmak üzere) Thebanlılar ise hemen sağında mevzilendiler. Atinalıların karşısında, en sağda Filip’in bulunduğu, toplam 30.000 piyade ve 3.000 süvariden oluşan Makedonlar yer alıyordu. Thebalıların karşısında ise 18 yaşlarındaki İskender, yanında eşlik eden atlı süvarileriyle birlikte yer alıyordu.
Plutark (Plutarkhos), “Life of Alexander” adlı eserinde genç komutanın gösterdiği cesaret üzerine şöyle diyecekti: “…Thebalıların Kutsal Bandı’na hücum eden ilk kişinin İskender olduğu söylenir… Sergilediği bu cesaret sayesinde Filip kendisine o kadar hayran olmuştu ki, hiçbir güç tebaasının kendisine General, İskender’e de kral demesinden duyduğu kadar memnun edici değildi.” Filip’in gerçekte bu şekilde hissedip hissetmediği ya da bunun basitçe Plutark’ın algılaması ya da kanaati olup olmadığı bilinmemektedir.
Her ne kadar Makedon muadilleri karşısında uzman birer profesyonel asker olmasalar da, Atinalılar öncülük edip/inisiyatifi ellerine aldılar ve ilk saldıran taraf oldular. Kuşku uyandıracak bir hamleyle Filip adamlarını geriye çekerek hazırlıksız yakalanan Atinalıların ilgisini üzerine çekti. Filip hızla önce Atinalıların merkezine hücum etti, sonra da yönünü sola çevirerek düşman hattını yarmayı başardı. Yenilgiye uğramanın an meselesi hâline geldiğini gören müttefikler kaçışmaya başladı.
Büyük İskender ise Makedonya’nın sol tarafında, hücuma kalkışan Atinalı askeri birliklerin ardında bıraktığı boşluktan ilerlemeye başladı. Böylece Kutsal Bandı‘nın çevresini sararak onları tamamıyla etkisiz hale getirmeyi başardı.
Demosthenes de dâhil olmak üzere geriye kalan Atinalılar paniğe kapılıp hemen oracıkta sıvıştılar. 1000 kadar Atinalının öldürülmesinin ardından Filip ölenlerin defnedilmesini sağlayıp yakalanan diğer askeri birlikleri kölelik yapmak şartıyla satışa sundu.
Bu muharebe konusunda tarihçi Diodorus şöyle demiştir,
…esasen her iki ordu da cesaret ve yiğitlik bakımından birbirlerine denkti, oysa sayıca ve askeri tecrübe bakımından kralın büyük bir üstünlüğü vardı… Güneş doğmak üzereyken iki ordu savaş düzenine girdi. Her ne kadar yanında en iyi generallerinden bazıları bulunsa da, kral oğlu İskender’e bir kanattan komuta etmesini buyurdu.
Filip’in ta kendisi de diğer kanadın başına geçti …. Sonunda Atinalılar ordularının bir bölümünü Boeotialılara bırakıp geri kalanını kendileri komuta edecek şekilde düzenlediler. …muharebe vahşi ve kanlı cereyan etmişti. Bu çarpışma uzun sürdü, büyük bir katliama sahne oldu, ne var ki galibiyet belli değildi, ta ki babasına kahramanlığını kanıtlamaya hevesli olan oğlu İskender …doğrudan karşısında duran düşmanın ön saflarını yaran taraf olup pek çok askerini kılıçtan geçirinceye ve önündekilerin hepsini yere serinceye kadar… ve adamlarıyla birlikte üzerlerine çullanıp düşman saflarını darmadağın edinceye ve ortalık cesetlerle kaplanınca, kendisine mukavemet gösteren kanadı da saf dışı edinceye kadar.
Aynı şekilde kral da kolordusunun başında, elde edilen galibiyetin şanının oğluna atfedilmemesi amacıyla azımsanmayacak bir cesaret ve hiddetle çarpıştı. Kendisine mukavemet eden/direnen düşmanları da bozguna uğrattı ve sonuçta onları tamamıyla hezimete uğrattı…. (Library of History, Bk. XVI, 14. Bölüm)
Savaşın Ardından Gelişen Hadiseler
Savaşın akabinde Atinalılar bir ittifaka mecbur bırakılırken Tebliler Boeotia bölgesinde yer alan verimli tarım arazilerini kaybettiler. Her ne kadar Atinalılar kahramanca mücadele etmiş olsalar da, pek çok kaynak Chaeronea Muharebesi‘nin Yunanlıların ne askeri ne de siyasi bir tehdide dönüştüğü bir kırılma noktası olduğunu belirtmektedir. Artık Filip gözünü askeri emellerinden uzaklaştırarak Yunanistan’dan doğuya, İran’a dikmişti.
Maalesef ki vakitsiz bir suikasta kurban gitmesi, elde edilmiş bu başarıyı ileride “Büyük İskender” olarak ünlenecek olan oğlu İskender’e bırakmasına vesile olmuştu.