[ad_1]
Antik Yunanlılar genellikle tüm batı kültürlerinin üzerine inşa edildiği temelleri inşa etmekle anılmakta ve bu çarpıcı övgü, onların spordan tıbba, mimariden demokrasiye kadar çok sayıda farklı insan faaliyetine yaptıkları yenilikçi katkılarından kaynaklanmaktadır.
Yunanlılar, kendilerinden önceki ve sonraki tüm kültürler gibi hem geçmişten öğrenmiş, hem diğer kültürlerle tanıştıklarında rastladıkları iyi fikirleri kendilerine uyarlamış, hem de kendi yepyeni fikirlerini geliştirmişlerdir. İşte Antik Yunan icatlarının dünya kültürüne yaptığı özgün katkılardan bazıları ve bunların pek çoğu günümüzde hala varlığını sürdürmektedir:
- Sütunlar
- Stadyumlar
- İnsan Heykeli
- Demokrasi
- Jüri Sistemi
- Mekanik Cihazlar
- Matematiksel Muhakeme
- Geometri
- Tıp
- Olimpiyat Oyunları
- Felsefe
- Astronomi
- Bilim
- Tiyatro
Sütunlar & Stadyumlar
Günümüzde batı dünyasındaki hemen hemen her kentin sokaklarında, bilhassa da en büyük ve en önemli kamu binalarında Yunan mimarisinin örnekleri bulunmaktadır. Belki de Yunanlıların icat ettiği ve günümüzde hala kullanılan en yaygın özellikler, dünyanın dört bir yanındaki tiyatrolarda, adliye saraylarında ve hükümet binalarında çatıları tutan ve dış cephe kaplamalarını süsleyen Dorik, İyonik ve Korint şeklindeki sütunlardır. Yunanlılar bu mimariyi öncelikle pek çoğu deprem, yangın ve gülle yağmurlarına karşın günümüzde hala ayakta duran tapınakları yapımında kullandılar – M.Ö. 432 yılında tamamlanan Parthenon bunun en büyük ve en ünlü örneğidir. Üzerinde yürüyenleri hava koşullarından koruyan üstü kapalı sütunlar sırası olan stoalar, içinde hamamlar ve egzersiz alanları bulunan gymnasium, oturma sıralarının yükseldiği yarım dairesel şeklindeki tiyatro ve spor amaçlı dikdörtgen şeklindeki stadyum, Yunan mimarisinde yer alan ve her günümüz kentinin onsuz garip kaçacağı özelliklerinden yalnızca birkaçıdır.
Sanatta İnsan Heykeli
Yunan sanatındaki yenilikler belki de en net biçimde insan figürü heykellerinde görülmektedir. Gerek önceki gerekse günümüzdeki antik kültürler insan figürünü ayakta duran sade ve oldukça durağan bir pozisyonda tasvir etmişti, bu nedenle de tasvir edilen insanlar çoğunlukla yontuldukları taş kadar hareketsiz görünmüşlerdi. Ancak Yunan heykeltıraşları giderek artan bir dinamizm arayışına girdiler. Eski Dönem’de duruş şekli biraz daha gevşemiş, dirsekleri biraz daha bükülmüş ve böylelikle hem gerginlik hem de harekete dair bir izlenim verilmiştir. Klasik döneme gelindiğinde ise heykeller tüm geleneklerinden kopmuş ve kaidelerinden fırlayacakmış gibi gözüken, duyusal, kıvrımlı figürler haline gelmiştir. Genel itibariyle bakıldığında Yunan heykel sanatı ve heykeltıraşlığı, Romalıların sürdürdüğü ve ardından gelen pek çok heykeltıraşı ile Rönesans sanatını etkileyecek olan oran, denge ve insan bedeninin idealize edilmiş kusursuzluğuyla yoğun bir uğraş içine girdi.
Hukukta Demokrasi ve Jüri Sistemi
Yunanlıların en büyük düşüncelerinden biri, sokaktaki vatandaşın yalnızca kendilerini kimlerin yöneteceği konusunda değil, aynı zamanda nasıl yönetecekleri konusunda da eşit söz hakkına sahip olması gerektiğiydi. Bundan daha da önemlisi, söz konusu katkının doğrudan ve bizzat yapılmasıydı. Bunun sonucunda, M.Ö. 5.-4. yüzyıl Atina’sı en ünlü örneği olmak üzere, bazı Yunan kent devletlerinde vatandaşlar (o zamanlar 18 yaşından büyük özgür erkekler olarak tarif ediliyordu) halk meclisine katılarak dönemin meseleleri hakkında konuşmak, bunları dinlemek ve oy kullanmak suretiyle yönetime etkin bir şekilde katılım sağlayabiliyorlardı. Atina meclisinin fiziksel kapasitesi 6.000 kişiden oluşuyordu ve pek çok gün yalnızca demos‘un (halkın) içinden gelen en istekli kişilerin katıldığını düşünebiliriz ama önemli meseleler gündeme geldiğinde her yer tıklım tıklım dolardı. Günün kazananı, ellerin kaldırılmasıyla belirlenen salt çoğunluk oylaması oldu.
TÜM ATİNALI VATANDAŞLARI YÖNETİME KATILABİLİRDİ VE GERÇEKTEN DE KATILMALARI BEKLENİYORDU.
Bu zaten şaşırtıcı olan doğrudan doğruya demokrasi düşüncesinin üzerine, her vatandaş sulh hakimi, jüri üyesi ve yapabilecekleri her türlü resmi görevle yönetime katılabilirdi ve gerçekten de katılmaları beklenirdi. Bunun da ötesinde, genelde yalnızca kısa bir süre için olan kamu görevlerini suiistimal ettiği tespit edilen her vatandaş, Ostrakizm ya da Çanak Çömlek Mahkemesi (Yunanca: ὁ ὀστρακισμός) adıyla bilinen gizli bir oylamada kentten sürgün edilebiliyordu.
Demokratik aygıtın bir parçası da jüri sistemi idi – yani suçla itham edilen kişilerin kendi akranları arasında yargılanmaları düşüncesiydi. Günümüzde jüri sistemi genellikle 12 kişiden oluşmaktadır, ancak antik Atina’da bu sayı meclisin tamamını kapsıyordu ve her üye kleroterion adı verilen randomizasyon cihazıyla belirleniyordu. Bu cihaz rastgele jeton dağıtıyor ve siyah bir jeton alırsanız o gün jürilik yapmak zorunda kalıyordunuz. Sistem, kimsenin o gün jüri üyelerinin kim olacağını bilmemesini ve dolayısıyla kararlarını etkileyecek şekilde kimseye rüşvet verememesini temin ediyordu. Her şeyin dikkatlice düşünüldüğü bu sistemde, jüri üyelerine yaptıkları harcamalar bile tazmin ediliyordu.
Mühendislik ve Mekanik Cihazlar
Romalılar en iyi eski çağ mühendisliği konusunda tüm takdirleri kazanmış olabilirler, ancak Yunanlıların da devasa tapınakları ve kent surlarında palanga takımı, halat ve vinç kullanarak devasa boyutlardaki mermer taşlarını taşımalarına yardımcı olan kendi mekanik cihazları bulunuyordu. M.Ö. 6. yüzyılda Sisam adasında inşa edilen bir kilometre uzunluğundaki tünel gibi dağlarda bulunan yer altı geçitleri oluşturmuşlardı. Su kemerleri, Yunanlıların hayal gücü ve tasarım konusunda yoksun olmadıkları bir başka alandı ve bu sayede suyu en çok ihtiyaç duyulan yerlere taşıdılar; su değirmenleri de tabiatın gücünden faydalanmak maksadıyla kullanıldı.
Belki de en büyük yeniliğin yapıldığı alan, mekanik cihazların ufak ölçekli üretimiydi. Efsanevi Daidalos (Türkçe anlamı ”usta işçi” demektir) ve figürü, Kral Minos’un labirentinin mimarı, gerçekçi otomatlar ve her türden mekanik harikalar üretmekle tanınırdı. Daidalos belki de hiç var olmamıştır, ancak onun çevresindeki efsaneler Yunanlıların her türlü sihirli mekaniğe duyduğu sevgiyi göstermektedir. Parmenion’un halkalardan yapılmış taşınabilir güneş saati (M.Ö. 400-330 civarı), Platon’a (M.Ö. 428-424 civarı) dayanan ve çeşitli kil kaplara su damlatarak sonunda hava basıncının bir düdük deliğinden ses çıkarmasını sağladığı su saati, Timosthenes’in (Yunanca: Τιμοσθένης) rüzgarın geldiği yönü ölçen M.Ö. 3. yüzyıl anemoskobu ve Ktesibios’un (Yunanca: Κτησίβιος) M.Ö. 3. yüzyıl hidrolik orgu gibi pek çok kullanışlı Yunan aleti vardı. Bunun yanında karadaki uzak mesafeleri bir tekerlek ve çarklar yardımıyla ölçen odometre, düşman kapılarını kırarken kullanılan asılı koçbaşı ve Böeotyalıların Peloponez Savaşı’nda büyük bir başarıyla uyguladıkları, bir ucunda körük, diğer ucunda yanıcı bir sıvı dolu bir kazan bulunan alev makinesi vardı.
Matematiksel Muhakeme ve Geometri
Diğer kültürler matematik konusuna büyük ilgi göstermişti, ancak Yunanlıların bu alana yaptığı özgün katkının, konunun uygulamaya ve her gün karşılaşılan sorunlara tatbik edilmesi yönünde gösterdikleri gayret olduğu söylenebilirdi. Nitekim Yunanlar açısından matematik konusu felsefe, geometri, astronomi ve genelde bilimden ayrılamazdı. Bu alandaki en büyük kazanım, tümdengelimli muhakemeye, yani bir ifadeler zincirinden yola çıkarak mantıken kesin bir sonuca varmaya yapılan vurguydu. Örneğin, Miletli Thales, M.Ö. 28 Mayıs 585’teki güneş tutulmasını net bir şekilde öngörmek amacıyla sayıları hesaplamış ve piramitlerin yüksekliğini gölge uzunluklarına göre hesapladığı kabul edilmektedir. Hiç kuşkusuz, en ünlü Yunan matematikçi Pisagor’dur (yaklaşık M.Ö. 571- 497) ve hala kendi adını taşıyan geometrik teoremiyle – bir dik üçgende hipotenüsün uzunluğunun karesi, dik kenarların uzunluklarının kareleri toplamına eşit olduğunu – ortaya koymuştur.
BESLENME, YAŞAM TARZI VE BÜNYE, HASTALIKLARA KATKIDA BULUNAN ETKENLER OLARAK KABUL EDİLMİŞTİR.
Tıp
Erken dönem Yunanlılar hastalıkları tanrısal bir ceza olarak görüyorlardı, ancak M.Ö. 5. yüzyıldan itibaren hem teşhise hem de tedaviye yönelik daha bilimsel bir yaklaşım benimsenerek hastalara yardımcı olunmaya başlandı. Belirtiler ve tedaviler dikkatlice gözlemlendi, kontrol edildi ve not edildi. Beslenme, yaşam tarzı ve bünye, hastalığa katkıda bulunan etkenler olarak kabul edilmiştir. En ünlüsü M.Ö. 5.-4. yüzyılda yaşamış, batı tıbbının kurucularından Hipokrat tarafından olmak üzere, tedaviler yazıldı. Böylece insan vücudu daha iyi anlaşılmaya başlandı. Örneğin, ağır yaralanan askerlerin gözlemlenmesi atardamar ve toplardamar arasındaki farklılıkları ortaya koydu, ancak insanların diseksiyonu (Aort yırtılması) yalnızca Helenistik dönemde gerçekleşecekti. Bitkiler kullanılarak tıbbi ilaçlar kusursuz hale getirildi; kerevizin iltihap önleyici özellikleri olduğu biliniyordu, yumurtanın akı yaraları kapatmak bakımından faydalıydı, afyon ise ağrıyı dindirebilir ya da anestezik etki gösterebilirdi. Her ne kadar ameliyattan uzak durulduğu doğru olsa da ve hala ortalıkta dolaşan pek çok acayip açıklama olsa da, dinle olan güçlü bağdan söz etmeye bile gerek yok, Yunan doktorlar günümüzde hala süren uzun tıbbi araştırma yolunu başlatmışlardı.
Olimpiyat Oyunları
Tunç Çağı Ege’sinin Minos ve Miken medeniyetlerinde spor müsabakalarına önceden tanık olunmuştu, ancak Eski Çağ Yunan’ında bu kadar popüler ve bu kadar önemli bir spor etkinliği ortaya çıkacaktı ki bu etkinlik takvim üzerinde bile referans olarak kullanılıyordu. M.Ö. 776 yılının Temmuz ayı ortasında Yunan tanrısı Zeus adına Olympia’da ilk Olimpiyat Oyunları düzenlendi. O tarihten sonra her dört yılda bir, Yunan dünyasının dört bir yanından gelen sporcular ve seyirciler büyük başarılara imza atmak ve tanrıların gözüne girmek amacıyla bir araya geldiler. Son antik Olimpiyatlar, 293 yıl süren inanılmaz bir serüvenin ardından M.S. 393 yılında düzenlenmiştir.
Katılımcıların ve seyircilerin Olympia’ya emniyet içinde ulaşabilmeleri maksadıyla tüm ihtilaflarda geniş kapsamlı bir mütarekeye varılmıştı. Başlarda yalnızca bir etkinlik düzenleniyordu: stadion – tamamı erkeklerden oluşan yaklaşık 45.000 seyircinin sevdikleri sporcuya tezahüratta bulunmak maksadıyla bir araya geldiği, stadyumun bir turunu (yaklaşık 192 m) kapsayan bir koşu müsabakasıydı. Bu etkinlik yıllar geçtikçe giderek büyüyerek oyun listesine eklenen daha uzun koşu yarışları ve disk atma, boks, pentatlon, güreş, at arabası yarışları ve hatta trompetçiler ve haberciler arasında düzenlenen müsabakalar gibi yepyeni etkinliklerle her geçen gün daha da büyüdü.
Bilhassa müsabakaları denetleyen ve kuralları çiğneyenlere para cezası veren özel eğitimli hakemler vardı. Kazananlara zeytin yapraklarından bir taç, anlık zafer, belki de kendi doğdukları kent adına bir miktar para ve bilhassa o oyunlara adı verilen stadionun kazananları adına ölümsüzlük bile verilirdi. Olimpiyat Oyunları M.S. 1896’da yeniden hayata geçirildi ve elbette, her ne kadar antik dönemdeki benzerlerinin uzun ömrüne ulaşmak üzere daha önlerinde 1000 yıl olsa da, günümüzde hala güçlenerek yoluna devam etmektedir.
Felsefe
Büyük Yunan düşünürleri insanlığı bugüne kadar şaşırtmış olan tüm sorulara karşı meydan okumuşlardır. M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamış olan Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi kişiler durmadan nereden geldiğimizi, nasıl geliştiğimizi, nereye gittiğimizi ve hatta tüm bunları düşünmeye tenezzül edip etmeyeceğimizi sorgulayıp tartışmışlardı. Yunanlılar, her zevke hitap eden bir felsefe türüne sahipti: Stoacılardan anlık yaşayanlara, sade yaşayanlara ve mutluluk içinde yaşayan Epikürcülere uzanıyordu. M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Anaksimandros (Yunanca: Ἀναξίμανδρος), batı felsefesinin günümüze kadar ulaşan ilk metinsel referansını ortaya koymaktadır ve bu düşünür, “sınırsız olanın” unsurlardan sorumlu olduğunu düşünmektedir – yani bu ifadeden beri hala çok fazla yol kat edebilmiş değiliz.
Toplu olarak, bu düşünürlerin hepsi aslında ortak bir unsuru gözler önüne sermektedir: Yunanlıların her soruya, zorluğuna bakmaksızın cevap verme isteği. Pek çoğu aynı zamanda birer fizikçi, biyolog, astronom ve matematikçi olan Yunan filozoflar teorik cevaplarla da sınırlı kalmamıştır. Yunan yaklaşımını ve genelde felsefeye olan katkısını belki de en iyi özetleyen kişi Parmenides ve onun duyulara güvenilemeyeceği düşüncesiyle, aklımızı kullanarak batıl inanç ve söylencelerin yarattığı puslu havayı dağıtmamız ve elimizdeki araçları kullanarak aradığımız cevapları bulmamız gerektiğine yönelik inancıdır. Antik Yunan düşünürlerinden bu yana pek fazla çözüme ulaşamamış olabiliriz, ancak sahip oldukları sınır tanımayan sorgulama ruhu belki de onların batı düşüncesine yaptıkları en büyük ve en daimi katkı niteliğindedir.
Bilim ve Astronomi
Yunan bilim insanları, tıpkı felsefe alanında olduğu gibi, etraflarındaki dünyayı açıklayacak çözüm yolları bulma konusunda oldukça hevesliydiler. Bu konuda her türlü teori ortaya atılmış, test edilmiş, tartışılmış ve hatta pek çokları tarafından reddedilmiştir. Dünyanın bir küre olduğu, güneşin etrafında döndüğü, Samanyolu’nun yıldızlardan oluştuğu, insanlığın diğer hayvanlardan evrim geçirdiği Yunan düşünürlerin üzerinde düşünmek istedikleri fikirlerden yalnızca birkaç tanesiydi. Arşimet (M.Ö. 287-212) hamamda suyun kaldırma kuvvetini keşfederek “Eureka!” (Buldum) diye haykırmış, Aristoteles (M.Ö. 384-322) mantığını geliştirerek doğal yaşamı sınıflandırmaya çalışmış ve Eratosthenes (M.Ö. 276-195) iki farklı enlem derecesindeki cisimlerin gölgelerinden dünyanın çevresini hesaplamıştı. Ancak yine de önemli olan münferit keşifler değil, her şeyin tümdengelimli muhakeme (akıl yürütme) ve eldeki kanıtların dikkatlice incelenmesiyle açıklanabileceğine dair genel inançtı.
Tiyatro
Tiyatro gösterisini M.Ö. 6. yüzyılda keşfeden antik Atinalılar olmuştur. Büyük olasılıkla epik şiirlerin müzik eşliğinde okunmasından ya da şarap tanrısı Dionysos‘u onurlandırmak amacıyla müzik, dans ve maskelerin kullanıldığı ritüellerden kaynaklanan Yunan trajedileri ya da tragedyaları öncelikle dini festivallerde sergilenmiş ve bunlardan Yunan komedi oyunları ortaya çıkmıştır. Amaca yönelik tasarlanmış açık hava tiyatrolarında profesyonel oyuncular tarafından sahnelenen Yunan oyunları hem popüler hem de bedavaydı. Bu oyunlar yalnızca kısa süreli bir eğlencelik performans değil, aynı zamanda klasik oyunların pek çoğu eğitim müfredatının vazgeçilmez bir parçası olarak incelenmiştir.
Tragedyalarda insanlar, aşina oldukları Yunan mitolojisindeki öykülerin farklı şekillerde sunulmasına ve kahramanca davranan ama sonları hüsran olan karakterlerin içinde bulundukları kazananı olmayan durumlara kendilerini kaptırıyorlardı. Oyuncular oldukça sınırlı olsa da koronun müzikal gücü oyuna ayrı bir renk katmıştı. Komedya ortaya çıktığında, tanıdık politikacıların, filozofların ve yabancı uyrukluların alaya alındığını görmek eğlenceliydi ve oyun yazarları, hep şarkı söyleyen, sürekli dans eden koro replikleri, sıradışı kostümleri ve oyuncuların güzelce hazırlanmış dekorların üzerindeki gizli halatlardan sarkması gibi olağanüstü efektleriyle sunumlarında her zamankinden fazlasını ortaya koymaya başladılar. Pek çok alanda olduğu gibi, günümüz eğlence endüstrisi de antik Yunanlılara çok şey borçludur.
[ad_2]