Kayıp Şehir Atlantis; Atlantis gerçekten var oldu mu? Hikaye eski Minos uygarlığına mı dayanıyordu?
Şehri yok eden felaket, Ege’de bulunan Santorini’deki Thera’nın patlaması mıydı yoksa tüm efsane Platon’un kendi şehri olan Atina’nın görkemini göstermek için kurduğu bir kurmaca ya da hukukun üstünlüğünü kabul etmeyen ve zamanla tamahkar olan kentlere ne olduğunu gösteren bir örnekten mi ibaretti?
Eğer gerçekten kurulduysa, Atlantis’i kim kurdu? Hakkında neden bu kadar az şey biliyoruz? Şimdi nerede? Bu soruların hepsi, bilim adamları ve tarih meraklıları tarafından durmaksızın araştırılan ve katiyen tatmin edici bir cevaba ulaşılamayan sorulardır.
Plato’nun Timeos’u
Atlantis’in hikayesi ilk olarak Platon’un daha sonraki eserlerinden biri olan Timeos‘unda ortaya çıkmaktadır. Platon’un diyalog adlı çalışmasının başlığı, Sokrates ile ruhu tartışan ve Güney İtalyalı olan Pisagor filozofu bir kahramandan gelmektedir.
Yine de bu özel diyalog, felsefi bir diyalogdan daha ziyade yanıltıcı bir alıştırmadır ve Platon’un Timeos adlı diyaloğunda dünyanın yaratılışı üzerine son derece uzun bir monolog içerir. Felsefi fikirler tartışmaya açıktır. Ancak Platon’un fikirlerinin ne olduğu ve diyaloglarındaki bu konuşmacıların hangileri olduğu konusu asırlar boyunca sorgulanacak sorular ortaya koyuyor.
Atlantis’teki pasaj aslında diyaloğun başlarında, MÖ 460-403 yılları arasında yaşamış bir Sofist olan Kritias tarafından anlatılmaktadır. Özellikle Kritias, tüm diğer sofistler gibi (Platon’un da Phaedrus diyaloğunda açıkladığı üzere) fikirlerini dinleyicinin dikkatini çekmek ve bu fikirlerinin özünü dinleyicilere aktarmak amacıyla abartı ile anlatır. Fikirlerinin hepsi bulanıktır ve hiçbir şey net değildir.
Anlaşılması zor olan felsefi fikirleri ifade etmek ve onları daha anlaşılır kılmak için gerekli edebi araçlar ne olursa olsun kullanılmalıdır. Belki de bu düşünceyle Atlantis efsanesini okumak gerekir.
PLATON, FELSEFİ FİKİRLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE İFADE ETMEK İÇİN GEREKLİ EDEBİ ARAÇLARI KULLANIR. BELKİ DE BU DÜŞÜNCEYLE ATLANTİS EFSANESİNİ OKUMAK GEREKİR.
Kritias’ın hikayesi, Kritias’ı ”çok eskilere dayanan” hikayesini anlatmaya zorlayan başka bir ziyaretçi Hemokrates (Syracuse’dan tarihi bir general) tarafından tanıtılmıştır.
Kritias, hikayesinin doğru olduğunu vurgulayarak başlamaktadır ve MÖ 640 – MÖ 560 yıllarında yaşayan Yunan devlet adamı, şair Solon da ona kefil olmuştur. Kritias, hikayesinin ”çok tuhaf olduğunu kabul etse de her bir kelimesinin doğru olduğunu” bildirir.
Solon’un bu hikayeyi arkadaşı Dropides’e, Kritias’ın büyük büyükbabasına, anlattığını ve gelecekteki torunlarına miras bıraktığını söylüyor. Solon’un bu hikayeyi Mısır’daki seyahetlerinde, özellikle de Sais’teki rahip bilim adamları tarafından öğrendiğini ve hikayeyi yazılı hale getirmeyi istediğini fakat bunun için hiçbir zaman fırsat bulamadığı bizlere anlatılıyor.
Kritias, Atina’nın gelmiş geçmiş en büyük başarılarından birini simgelediği için bu hikayeyi anlatmak istiyordu. Fakat ne yazık ki Platon’dan 9000 yıl önce yaşayan Mısırlı rahiplere göre çok eski olmasından dolayı zamanla unutulmuştur.
Kritias bu Antik Atina’nın en büyük başarısını, Solon ile doğrudan iletişimde bulunan rahipten alıntıladığı gibi anlatmaktadır.
Kayıtlar, tüm Avrupa ve Asya’ya karşı istikrarlı yürüyüşünü bir çırpıda durma noktasına getiren muazzam bir güçten, Atlantis okyanusundan doğan bir güçten, bahseder. O zamanlar bu okyanus geçilebilirdi. Çünkü boğazın önünde, ‘Herkül’ün Sütunları’ olarak adlandırılan bir ada vardı.’ [Cebelitarık Boğazı] Bu ada Libya ve Asya’dan daha büyüktü [ O zamanlar Yunanlılar için İstanbul Boğazı’na akan bir Nil’di] ve o günlerde seyahat eden insanlar için diğer adalara geçişi sağlamaktaydı. Bu adalardan diğer tarafta bulunan ve ötedeki asıl denizi çevreleyen kıtaya gidilebilir.
Boğazın içinde bulunan bahsettiğimiz her şey, dar bir girişi olan bir limandan başka bir şey gibi görünmese de dışarısı gerçekten bir okyanus ve etrafını saran topraklar da bir kıta olarak adlandırılmayı hak ediyor. Şimdilerde ise bahsedilen bu Atlantis Adasında büyük ve muhteşem bir kraliyet gücü baş gösterdi. Dahası bu muazzam güç sadece bütün adayı değil, diğer birçok adasıyla beraber kıtanın bazı kısımlarını da yönetti.
Üstelik, egemenlikleri boğazın içinde, Libya üzerinden Mısır’a, Avrupa üzerinden de Tirenya’ya (orta İtalya) kadar uzanıyordu. Şimdi bir gün bu güç kendini bir araya topladı ve sizin ve bizim bölgemiz de dahil olmak üzere boğazın içindeki tüm toprakları bir anda köleleştirmek için yola çıktı. O zaman Solon şehrinizin gücünü, tüm insanlığa göstermek amacıyla mükemmellik ve kuvvetle parlıyordu.
Ruhunun asaleti ve tüm savaş sanatlarını kullanmasında diğerleri arasında üstün olan ilk kişi olarak Yunanlıların davası için liderliği ele aldı. Daha sonra, Solon müttefikleri tarafından terk edildiği için tek başına mücadele etmek zorunda kaldı ve böylece büyük bir risk altına girdi.
Yine de işgalcilerin üstesinden geldi ve zafer anıtını dikmeyi başardı. Henüz köleleştirilmeyenlerin köleleştirilmesini engelledi ve Herkül sınırları içinde yaşayan bizden geri kalan herkesi yüce gönüllülük ile serbest bıraktı. Bir süre sonra aşırı şiddetli depremler ve seller meydana geldi.
Bitmek bilmeyen bir günün ve gecenin ardından, bütün asker kuvvetleri ile birlikte Atlantis adası da denizin altına hapsolarak ortadan kayboldu. Okyanusun sığ derinlikte bulunan bir çamur tabakasıyla tıkanması gibi bu bölgedeki okyanus da aynı şekilde tıkanarak gemiyle geçilemez ve keşfedilemez hale geldi. Adanın kalıntıları yerleştikçe. (Timeos, 24e-25e, transl. D.J.Zeyl)
Kritias daha sonra, önceki gün Sokrates’le (muhtemelen Cumhuriyet) tartışmasının, ideal bir şehirden ve büyük filozofun önerdiği siyasi kurumlardan bahsetmesinin ona hikayeyi hatırlattığını açıklar. Daha sonra hikayeyi o günkü tartışmanın temeli olarak kullanmayı öneriyor. Sokrates, o esnada Atina’nın koruyucu tanrıçası Athena‘nın kutlaması olduğunu söylüyor. Daha sonrasında da “uydurma değil gerçek bir hikaye” (26e) olduğu konusunda hemfikir olduğunu belirtiyor. Aslında Atlantis’e tekrardan değinilmese de Timeos evrenin ve insanlığın kökeni hakkında uzun bir konuşma yapmaya devam ediyor. Diğer konuşmacıların hiçbiri tekrardan söz almıyor.
Platon’un Kritias’ı
Atlantis’in hikayesi, bu kez daha ayrıntılı olarak Platon’un Kritias‘ında, hikayeyi anlatan Timeos‘un sofistinin adını taşıyan diyalogda tekrar ortaya çıkmaktadır.
Bu eser Timeos‘un konuşmasıyla devam etmektedir ve şimdi Kritias Sokrates’in ideal devlet teorilerini 9000 yıl önce var olan Atina’nın gerçek bir şehri bağlamında sunacak. Böylece, Platon Kritias’ında bu kuruluşların Atinalılara, Atlentisli ve teknolojik açıdan gelişmiş bir medeniyeti nasıl yendiğine, daha sonrasında da başarılarına nasıl olanak tanıdığını anlatacaktır.
Kritias’ın konuşması Atina ile Atlantis arasındaki savaşa kadar gitmediği ve hikayenin ortasından bölündüğü için diyalog yarım kalmıştır ve Sokrates eserin başında, dördüncü karakter olan Hermokrates’in söz alacağını belirtse de eserde bu karaktere konuşma sırası gelmez.
Kritias konuşmasına şöyle başlar:
İlk olarak şunu unutmamalıyız ki Herkül sütunlarının içindeki halk ile dışındaki insanlar arasında patlak veren bir savaşın kaydedilmesinden bu yana kabaca söylemek gerekirse yaklaşık 9000 yıl geçti. Bu savaşı şu an anlatmam gerekiyor.
Şimdi bu Atina şehrinin [Akdeniz] halklarının hükümdarı olduğunu ve savaş boyunca savaştığını söylediler. Onlar da Atlantis adasının krallarının diğer halkların hükümdarları olduğunu söylediler. Bu ada, [Timeos’ta] daha önce belirttiğimiz gibi, bir zamanlar hem Libya hem de Asya’nın birleşiminden daha büyüktü.
Fakat şimdi Atlantis depremler sebebiyle Büyük Okyanusun için hapsoldu ve Yunan sularından Büyük Okyanusa yelken açacak denizcilerin geçişini engelleyen büyük bir çamur denizi oluşmasına neden oldu. Bu sebeple okyanus artık gemi geçişleri için elverişli değildir. (Kritias, 108e-109a, transl. D. Clay)
Yönetimi için tanrı olan Athena ve Hefaistion’a Atina’nın nasıl verildiğini, o şehrin ilk yaşamını ve eski krallarını anlattıktan birkaç sayfa sonra Atlantis yeniden ortaya çıkar:
Böylece Poseidon, Atlantis adasını kendi mülklerinden biri olarak aldı ve ölümlü bir kadından dünyaya getirdiği çocukları için adada birazdan anlatacağım yerde meskenler kurdu. (ibid 113c)
Daha sonra Atlantis’in uzun ve ayrıntılı bir açıklaması ile devam eder. Ada dağlıktır ve denize düz bir şekilde uzanmaktadır. Ada Poseidon’un halkını korumak için meydana getirdiği deniz ve kara halkalarıyla çevrili merkezi bir tepeye sahip olan verimli ovalara sahipti. Bizlere ilk kralın Atlas olduğu ve bu sebeple de bu adaya Atlantis ismi verildiği ayrıca etrafındaki denizin de bu sebeple Atlantik olarak adlandırıldığı söylendi. Irk nesiller boyu gelişim gösterdi ve Akdeniz çevresindeki toprakları fehettiler.
Atlantis ülkesi ağaçlar, madenler, bol miktarda yiyecekler üretti ve filleri de içeren bir çok canlı tarafından iskan edildi. Atlatis halkı güzel bir yaşam sürdü, hayvanları evcilleştirdiler, limanlar ve güzel tapınaklarla şehirler inşa ettiler, adanın etrafında bulunan deniz halkarını birleştirmek için duvarları, kapıları olan köprüler ve kanallar inşa ettiler.
Bunlar daha sonradan bronz ve kalayla süslendi; kaynakların bolluğu bu şekildeydi. Şehrin merkezinde Poseidon için bütünüyle gümüşle kaplı ve fildişi çatısı olan bir tapınak vardı. Tüm yapı sonradan saf altın bir duvarla çevrelenmiş ve altın heykellerle süslenmiştir. Şehrin sıcak ve soğuk su çeşmeleri, hamamları, spor tesisi, at yarışı pisti ve devasa bir savaş gemisi filosu vardı.
Nüfusu çok büyüktü ve ordusu 10.000 savaş arabasından oluşan bir kuvvet alabilecek kadar büyüktü. Daha sonrasında ise dini uygulamalar anlatılır ve bu uygulamalar boğaların avlanmasını ve kurban edilmesini içerir.
Basitçe Atlantis’teki bu ırk şimdiye kadar görülen en kalabalık, teknolojik olarak gelişmiş, aynı zamanda güçlü ve bolluk içinde yaşayan bir ırktı. Ancak çöküşleri hızlı ve ani oldu:
Oysa içten içe mal ve güç arzusu gözlerini kör etmişti. Ama tanrıların tanrısı Zeus, yasalara göre kral olarak hüküm sürdüğü için bu durumu açıkça görebiliyordu. Bu nedenle berbat halde olan bu soylu ırkı gözlemledi ve onları cezalandırmak için ve azaplarının bir sonucu olarak onları daha dikkatli ve uyumlu hale getirmeye karar verdi. Bu maksatla bütün tanrıları, evrenin ortasında duran ve nesilde payı olan, her şeye yukardan bakan ve en müşerref olan yerlerine çağırdı. Onları bir araya getirdiğinde dedi ki… (ibid, 121b-c)
Ve işte tam da burada hikaye yarıda kesiliyor ve Kritias sona eriyor. Yine de, Kritias ve Timeos‘taki bulunan daha önceki referanslardan Atlantis’in bir savaşta Atinalılar tarafından yenildiğini ve Atlantis’in bir daha asla karşılaşılamayacak depremler ve seller tarafından denizin içine hapsolduğunu biliyoruz.
Atlantis’in Yorumlanması
Platon en azından göründüğü üzere, yalnızca Antik Atinanın büyük bir şehir olduğunu ve Atinanın yabancı saldırgan güçlere karşı kendi özgürlüklerini hukuk egemenliği altında savunabilen insanlarını göstermek amacıyla Atlantis’in hikayesini anlatıyor.
Bu hiç değilse karakter olan Kritias’ın amacıdır. Elbette hikayenin ahlaki bir tarafı da var: zenginlik ve güç için açgözlülüğün sadece yıkım getireceği.
Bir mecaz olarak, Atlantis’in hikayesi ve Atina’nın zaferi, Yunanlıların işgalci Pers ordusu Darius’u meşhur bir şekilde mağlup ettiği MÖ 490’daki Maraton Savaşı’nı temsil edebilir. Sentorlar gibi efsanevi yaratıklar olarak temsil edilen ‘barbarlar’ ile savaşan Yunanlıların metaforu, Platon’dan önceki Yunan sanatında zaten gün gibi ortadaydı. ‘Tek başına durmak zorunda kalmak’ ifadesi Maraton’daki Spartalıların yokluğuna atıfta bulunuyor olabilir mi?
Peki ya Atlantis’in fiziksel konumu? Birçok kişi, adayı ve ortadan kayboluşunun, bu kültürü tahrip eden ve adanın çoğunu batıran geç Tunç Çağı’ndaki Ege adası Thera’daki volkanik patlamayı, depremler ve buna bağlı tsunamileri uyandırdığını düşünüyor.
Geniş ticaret ağı ve güzel sanatlarıyla Thera, çağdaş uygarlıklar tarafından kesinlikle gelişmiş ve varlıklı olarak sayılacaktı. Bu şok edici yok oluşu hatırlamanın renkli bir efsaneden başka daha iyi bir yolu var mı? Atlantis’in dik dağlarının tanımı kesinlikle volkanik bir adanınkine uyacaktır, ancak Atlantik’teki büyüklüğü ve konumu Thera’daki ile uyuşmamaktadır.
Sonra Atlantis’te boğaları avlamaktan ve kurban etmekten bahsediliyor. Bu, boğa sıçraması, ibadet ve ikonografinin (dini simgebilim) arkeolojik kayıtlara nüfuz ettiği Minos Girit’teki iyi belgelenmiş uygulamaya atıfta bulunabilir mi? Pek çok bilim adamına göre Platon’un bir sonraki diyaloğu, (tesadüfen?) adanın efsanevi kralının adını taşıyan Minos‘tu ve Platon’un kanun yapma becerilerine hayrandı.
Sonraki Yazarlar
Platon’dan sonraki diğer eski yazarlar, Atlantis’in Crantor’la başlayan hikayesiyle ilgileniyorlardı (MÖ 335-275). Crantor Platon’un Akademisinde Timeos hakkında herkesçe bilinen bir yorum yazan ve Atlantis hikayesini tam anlamıyla doğru şekilde anlatan bir filozoftu. Atlantis, Yunan biyografi yazarı Plutarhos’un (c. MS 45 – c. 125) çalışmalarında yeniden ortaya çıkıyor ve Solon biyografisinde ünlü yasa koyucunun hikayeyi gelecek nesiller için belgelemek istediğini yineliyor:
Solon ayrıca kayıp Atlantis’in hikayesi ya da efsanesiyle ilgili uzun bir şiir yazmaya çalıştı. Çünkü konunun, Sais’in Mısır’daki adamlarından duyduğuna göre Atina ile özel bir bağlantısı vardı. Ancak sonunda Platon’un belirttiği gibi, zaman yetersizliğinden değil, yaşından ve görevin ona çok ağır geleceği korkusundan dolayı bundan vazgeçti. (Solon, 75)
Ve efsane böylece yüzyıllar boyunca, Rönesans, Francis Bacon’un Yeni Atlantis‘i, Thomas More’un Ütopyası ve günümüze kadar ulaşan, durmaksızın anlatılan hikayeler, abartılar ve akla yatkın olandan gülünç olana kadar değişkenlik gösteren teoriler aracılığıyla tartışılmaya ve kabul görmemeye devam ediyor.
Atlantis’in hikayesi, cevap olarak geriye sadece alaycı hipotezleri olan birçok soru bırakıyor. Belki o zaman Platon’un bir tarihçi değil, bir filozof olduğunu, düşüncelerini ifade etmek için sık sık benzetmeler ve metaforlar kullandığını ve sözlerinin Kritias’tan alıntılar taşıdığını hatırlardık: ”Sanırım, söylediğimiz her şeyin bir tür temsil ve tasvir girişimi olması kaçınılmazdır.” (Kritias 107b).
içerik:
kaynak: Plutarch. The Rise and Fall of Athens. Penguin Classics, 1960.